OTİZM NEDİR ?
Otizm, sosyal ve iletişim becerilerinin oluşmasını etkileyen bir
gelişim bozukluğudur. Otizm genellikle yaşamın ilk 2 yılında ortaya çıkar.
Otistik çocuklar genelde öğrenme zorluğu çekerler. Otistik çocukların büyük bir
kısmında farklı seviyelerde zeka geriliği görülse de, zeka seviyeleri normal
otistik çocuklar da vardır. Ancak genel zeka seviyeleri ne olursa olsun,
Otistik çocuklar çevrelerindeki dünyayı algılamakta ortak bir zorluk çekerler
Bir annenin doğum sonrası çocuğunun (tüm özür grupları dahil olmak
üzere) özürlü olma oranı %2dir; Otistik olması oranı ise %0.5′tir (eskiden bu
oran 4/10.000 olarak değerlendirilirdi). Bir otistik çocuktan sonra, ikinci
çocukta otizmin ortaya çıkması riski %3 dür. Otizm erkek çocuklarda kız
çocuklarından 4 kat daha fazla görünmektedir Her çocuktaki otistik belirtiler
ve bunların seviyesi farklılık gösterebilir, bu nedenle otizmin seviyelerini
kategorize etmek güçtür. Ayrıca, Asperger Sendromu ve Rett Sendromu olarak
bilinen otizm formları da bulunmaktadır.
Otizm’i
yakından tanıyan bir dostun yazısı:
Dağ ve Ağaç, Nisan 2011, Sedef Erken
Düşündüm de. Otizmle tanışalı iki buçuk yıl geçmiş. Bana bazen
iki buçuk asır gibi bazen iki buçuk gün gibi gelen bir zaman dilimi. Zaman ne
kadar göreceli. İnsanın biyoritmi ile dünyanın dönüşü arasında nasıl da garip
bir paralellik ve ayrılık var aslında. Bir gün bazen bir ömür gibi gelir
insana, bazen bir ömür bir an kadar kısa.
Otizmle tanışalı beri gözümün bakışı, kulağımın duyuşu,
vücudumun işleyişi de değişti sanki. Beynimdeki kimyam değişti. Bakıp
görmezmişim, duyup anlamazmışım meğer bazı şeyleri. Bedenimin içine yeniden
girmeye çalışıyorum şimdilerde.
Oğlumla okul yoluna çıkıyoruz, giderken de dönerken de çocuklar
ve anneler her yerde. Babasının elinden tutmuş yürüyen çocuk az nedense bizim
memlekette. Babalar genelde çok yoğun, çok ciddi meseleler peşinde.
Beden dili gerçekten çok şey anlatır ya bazen. Gözüm yoldaki
annelerin bedenlerine takılıyor. Tüm sevgileriyle yavrularının ellerini
avuçlarının içinde sarmalayan şefkatli anneler. Bedenlerinde hayatın telaşı,
zihinlerinde belki de hiç bitmeyecek her gün yeni ilaveleriyle büyüyen bir
yapılacaklar listesiyle yol alan anneler.
İki kişilik bir yürüyüş aslında birlikte yapılır ya. Birlikte
yürümenin de ortak bir ritmi vardır ya. Olmalıdır ya. Bunu düşünüyorum.
Miniklerin bedenleri onlara yetecek büyüklükte. Adımları ancak bacaklarının
boyu kadar. İsteseler de bizim gibi koşamıyorlar. Annelerinse acelesi var.
Menzil belli, zaman az. Resme böyle bakınca hızlı hızlı yürüyen, hatta
koşuşturan annelerin, minik ellerini tutmuş çekiştirdikleri pek çok minik insan
takılıyor gözüme. Biz mi onları götürüyoruz bir yerden bir yere? Yoksa
peşlerine mi takılmalıyız aslında?
Elime bakıyorum, hızıma bakıyorum, oğluma bakıyorum. Ve
duruyorum. Yalnızca o andayım. Zamanı durduruyorum.
Elini bırakıyorum, hadi git diyorum, ne yöne gitmek istediğine
sen karar ver. Ne yapmak istediğine de. Birkaç adım özgürce yürüyor. Asfalt
yolun kenarında betondan kendisine kalan minicik bir dairenin içinde yaşayan
bir ağacın yanında aniden duruyor. Toprağa bakıyor. “Dağ” diyor. Sonra bir
kelime daha çıkıyor az ama öz söyleyen dilinden. “Ağaç.” Elini yeniden
tutuyorum. İkimiz birlikte kollarımızın arasına alıyoruz ağacı. Birlikte ona
sarılıyoruz. “Cici ağaç” diyoruz. “Tatlı ağaç.”
Şehrin en kalabalık yerinde, koskocaman bir kalabalığın
ortasında yalnızız. Kornalar çalıyor. İnsanlar telaşla evlerine yetişmeye
çalışıyor. Etrafımıza bakmıyoruz bile. Aldırmıyoruz bize bakan şaşkın gözlere.
Ağacımıza sarılıyoruz. Birbirimize.
Ve aklımdan geçen dilimden dökülüyor. “Seni seviyorum. Sen hep
özgürce yürü, seni izlemeyi ve götüreceğin yere gitmeyi kabul ediyorum.” ”
çok güzel bir yazı olmuş Diloşcum. Bir arkadaşımın oğlu maalesef otistik. Çok zor şeyler yaşıyorlar. Anne ve babanın çok güçlü olması gerekiyor ama bunu başarabilmek çok güç. Bu güzel paylaşımın için tesekkürler.
YanıtlaSil