24 Ağu 2012

Sana Gül Bahçesi Vadetmedim & Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur

Yaz gunu kitap okumak da zor, yani benim gibi işi gucu henuz başlamamış olan kesime.Okuyayım diyorum bir rehavet çöküyor üstüme, sayfalar aksın gitsin istiyorum ama göz kapaklarıma engel olamıyorum. Yine de bu günleri değerlendirmeye çalışıyorum.


Okuduğum en güzel kitaplardandı "Sana Gül Bahçesi Vadetmedim" PDR ci olunca daha bir ilgimi çekti konusu. Kitabı okumaya başlayınca bu kadar güzel tahlilleri nasıl yapmış yazar merak ettim. Yaşamından bir kesitmiş yanılmıyorsam. Yaşamasa bir insan bu kadar iyi bir dil kullanamazdı zaten.

O çok merak ettiğimiz bir dünyayı anlatıyor bize. Şizofreni olan 16 yaşında bir kızın hikayesi. Kendi dünyasından gerçek dünyaya geçişinin hikayesi. 

Kitabı okurken çok düşündüm, teorik bilgiler hep işlendi beynimize okurken şizofreni budur, tanısı budur, çeşitleri budur. Ama o insanların dünyasını algılamak, onun gözlerinden bakmak ne kadar da zormuş. Biz "normaller" bile en basitinden bir şehirden başka şehire adapte olmakta zorlanıyorken, onlar kendi dünyalarından, kendi yarattıkları dillerden, şehirlerden biz "normallerin" dünyalarına nasıl adapte olsunlar? Bunu nasıl başarsınlar, soruları hep canlandı kafamda. 

Çok başka. Deborah yaşama tutunarak, çabalayarak neler olabileceğini gösterdi bana. En umutsuz olduğum anlarda onun cesaretini aklıma getireceğim artık.

Bu tarz psikolojik kitaplara meraklıysanız okuyun derim.

Canım Nihan'ımın hediyesiydi bu bana. Tekrar teşekkür ederim bıcırık ^.^

"Yeni Dünya'dan eskisinin acılarını unutturmanın ötesinde şeyler bekliyordu. Bir tanrıtanımazın, 'Sen yoksun ve ben Sen'den nefret ediyorum!' demesi gibi." (syf 41) 

"Bir keresinde, kendine korkunç işkenceler yapan bir hastam olmuştu. Ona neden böyle şeyler yaptığını sorduğum zaman, 'Bunları bana dünyayapmasın diye', karşılığını vermişti. Sonra, 'Dünyanın neler yapacağını görmek için biraz beklesenize,' demiştim. O da 'Anlamıyor musunuz? Eninde sonunda oluyor bunlar, bu şekilde hiç olmazsa kendi yıkımımı kendim yönetiyorum.' diye yanıt vermişti." (syf 48) 

"Cehennemin eşiğine gelmiş kişilerin şeytandan ödü kopuyordu; zaten cehennemin içinde olanlar içinse şeytan özel biri değildi, yalnızca başka biriydi, o kadar." (syf 79)
Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur ise Tombi'min hediyesiydi. O da konusunu beğenip de almış bana ancak benim yeni okuma fırsatım oldu. 2 kitap da Şubat'tan beri kütüphanemde sırasını bekliyordu :)

Bu bir romanmış. 98 sayfalık. Bir gecede rahatlıkla biter. Ki öyle oldu.

Açıkçası ben yazarın ne anlatmak istediğini anlamadım. Yani yazarken hangi psikolojideymiş acaba? Neden böyle bir hikaye kurgulamış ve bunu satırlara dökmeye karar vermiş. Can Yayınları'nda editör yazar Faruk Duman. Sanırım bu yuzden basılmış bir kitap. Açıkçası bana hitap etmedi. Kahramanın dünyasına giremedim bir türlü. Biçemi yani uslubu da çok değişikti. Cümle bitiyor ama sanki devamı varmış gibi oluyorsunuz.

Ben sevemedim, sevmeye çalıştım ama bir baktım kitap bitiverdi :) Ama isterseniz okuyun belki seversiniz ^.^
"Neden bilmem, dönüp anneme uzun uzun baktım. saçları çoktan ağarmıştı. tuhaf biçimde, yıllardan sonra onu ilk kez görüyormuş gibiydim. Yüzüne sanki hiç bu kadar dikkatli bakmamıştım. İnsan annesine neden hiç bakmaz? Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır. sonra aradan bunca yıl geçtikten sonra bunca şeyin nasıl olur da değiştiğine. Yüzündeki çizgilerin ne vakit bunca çoğaldığına şaşırdım. Ansızın boğazımda bir tıkanma hissettim. Gözlerim seğirmeye, yüreğim burkulmaya başladı. Bu, ne kadar zor bir şey." (syf 28).


15 Ağu 2012

Maeve Binchy "Yıldızlı ve Yağmurlu Geceler" & Jean Teule "Intihar Dükkanı"


Ara vermiştim Maeve Binchy okumalarıma. İyi geldi yeniden okumak.
Arada böyle nefes molası vermek lazım. İçimizi ısıtmak lazım onun cümleleriyle.

Bu kitap bana meşhur Kitaplaşalım etkinliğimizden geldi. Damlamın düzenlediği etkinlikte onun annesi Ayda Hanım ile eşleştik. Tatilden dolayı aksilikler yaşasakta kavuştum kitabıma ve yanında güzelim hediyelerine. Kendisine buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. 

Kitap için söyleyecek pek lafım yok. Maeve Binchy okuyanlar nasıl bir his bıraktığını bilirler okurken. Film izler gibi olursunuz. Hatta yaşarsınız. Onların yanındaymış gibi her duygularına ortak olursunuz. En sevdiklerimden oldu bu kitapta. Fiona bana ders verdi mesela. Onun yaşadığı süreci hiç unutmayacağım. 

Bir de Yunanistan'a gitmek yan komşuya geçmek gibi Trakya'da ama ben henüz onu yapamadım. Girit'e gitmeyi şiddetle istiyorum ne zamandır. Artık Aya Anna'ya da uğrarım gitmişken. ^.^

Önerir miyim? Tabi ki.

Aha aynı ben! diye yanına not düşmüşüm:
 "Sürekli olarak, aileleri bir arada tutmaya, çocukları uyuşturucudan uzaklaştırmaya, sokakları çöpten temizlemeye, spora dürüstlük kazandırmaya çalışırım... Tanımadığım insanların hayatlarını değiştirmeye çalışmak, huyum benim." (syf 25)
"Aynı yıldızlar Atina'nın ve evlerimizin üzerinde de parlıyor. Oradakilerin ne yaptığını ve bizim şu an burada ne yaptığımıza dair bir fikirleri olup olmadığını merak ediyorum." (syf 100)
"Sakinleşmiş gibi yap, daha iyimişsin gibi yap, o zaman seni bırakırlar." (syf 157) 

Çiko'cumla İntihar Dükkanı okuyoruz biz ^.^

İntihar Dükkanı'na gelince. Çok methini duydum. Değişik bir konusu olduğu kesin. Yakında sinemayada uyarlanacakmış zaten sanırım. O zaman izlenir işte. Kitabını okuduğum hiçbir filmden keyif almadım ama bundan alırım sanırım.

Kitabı sevmedim çünkü sevemedim. Konusunu geçtim. Çeviriden mi kaynaklandı bilmiyorum ama zaman karmaşası yaşadım ben sanki. Bazen şimdiki zamanla bazen geçmiş zamanla anlatılmış. Şimdi bunda ne var normal diyebilirsiniz ama peş peşe cümlelerde buna rastlayınca pek sevmedim ben. Adapte olamadım. Cümleler değişik tarzdaydı mesela devrik anlaşılması güç. Ha? dedim çoğu zaman. Ne diyo bu be! diye kitabı kapadığım çok oldu.

Sonra yazım yanlışları var sandım. Sonra o yanlışların hepsinin tek bir kişinin konuşmasında olduğunu anladım. Konuşması böyle demekki diye kendimi ikna etmek istedim ama cümlenin yarısı Azeri Türkçesi gibi yarısı Türkçe olunca kafam karıştı. Okuyan varsa biri beni aydınlatsın lütfen. Alan'ın cümlelerinden bahsediyorum. Hatta örnek de vereyim:
"Deyordum kü belki yani budun süyünün içine şekerli muz dilimlerinin yanında portakal kabukları koyarsın... " (syf 70)
Daha iyi bir örnek var hemen yan sayfada ama spoiler olur diye yazmıyorum onu. Ben mi anlamadım aydınlatın yahu valla merak ediyorum ^.^

Konusu ne ola ki derseniz aslında kitabın ismi her şeyi anlatıyor. Şu cümle de yeterli sanırım anlatmaya:
"Karanlığın içinde tabelası parlıyor: İntihar Dükkanı. Hayatın yüküne dayanamayanlar son alışverişlerini yapıyorlar." (arka kapaktan)
Altını çizdiğim cümleler yok mu? Olmaz mı?
"- Alan!...Kaç kez söylemek gerekiyor sana bunu? Buradan çıkan müşterilere 'görüşmek üzere' denmez. 'Elveda' denir çünkü bir daha gelmeyecekler. "(syf 9).
 "İnsan bir kez ölür, unutulmaz olması gerekir."(syf 22).
Alttaki paragrafın yanında kocaman bi :O smileyi var. Dehşete düşmüşüm ^.^
"-Bir kasım... Doğum günün kutlu olsun Marilyn!!!
...  Baba, yemek salonundaki yuvarlak masanın önünde şampanya patlatıyor ve kızının kadehini doldururken şöyle diyor ona:
-Bir yıl daha az yaşayacağını düşün!.." (syf 41).
Farklı konulu bir kitap okumak isterseniz alın okuyun derim. Çünkü bu kitabı ya çok seveceksiniz ya da ben gibi bitse de gitsek modunda okuyacaksınız.Bence ortası olamaz.

5 Ağu 2012

Aslı Erdoğan "Kırmızı Pelerinli Kent"


Kütüphanenize dizili kitaplar vardır. Okunmamış olanlar gözünüze çarpar yeni birine ihtiyaç duyduğunuzda. Bi' tanesi göz kırpar. Okumaya başlarsınız. Sonra kitap biter. Bu muhteşem cümleler orada ve siz ona ulaşabilecekken bu kadar geç kaldığınız için hayıflanırsınız. 

Zekice çok ama çok zekice betimlemeler, havada uçuşan meteforlar ve cuk oturmuş tespitler...

"Çığlıklar, davullar, dans dans dans dans!"

Karnavalıyla tanınan Rio anlatılan kent. Anlatılmayan aslında yaşanılan ve yaşatılan. Çoğu zaman midenizin ağzınıza gelmesi yaşadığınız his. Nasıl yani? diye düşündüren bir kitap. Coşkulu dünyanın ardında bambaşka hikayeler. Korku filmi karesi her yaşanılan an. 

Yine yalnızlık başrolde. Issızlık daha doğrusu. Çaresizlik var içinde o ıssızlığın. Çaresizliğin yanında inatlaşma var. Hayatla dalga geçme de var. Cesaret var. Bazen sıkı sıkıya tutunmak bazen boşvermek...Özgür kelimesinin içinde barınan her kelime kısaca.

Duyulan sesler aynı olur bazen. Uzaktan havai fişek gibi eğlenceli,yaşam dolu, coşkulu bir ses gelirken kulağa; gerçekte yaşanılan coşku değil korku, duyulan ses havai fişek değil makineli tüfektir aslında.

 "On yedi yaşındayken, bir din dersinde ayağa fırlamış, ona canlı canlı derisini yüzmek istermiş gibi bakan sınıfın önünde tanrıtanımazlığını ilan etmişti. Gelgelelim, ömrü boyunca inkar ettiği tanrılara yalvarmadan Rio'da bir adım bile atmıyordu."(syf 32)
"Yalnızca tek bir şey uğruna güvenli suları terk eder, kendi köklerimizi keseriz.Adem'in uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına: BİLİNMEYEN."(syf 43) 
"Çoktan unutulmuş bir ilkgençlik aşkının, on yıl sonra bile hafifçe can yakan acısı... Ama sanki o acının ortasında bile bir mutluluk vardı. Bir zamanlar, yeryüzünde bir kişi tarafından sevilmiş olmanın mutluluğu..."(syf 61)
"...insanın yoluna çıkan bütün cesetler, onu tek bir yerinden, en zayıf yerinden vurur: Kendi içindeki cesetten."(syf 124)
"Tıpkı karabasanlardaki gibi, kendisi olduğunu bildiği kişiyi, kaçınılmaz bir sona doğru adım adım izliyor, ama duruma bir türlü engel olamıyordu."(syf 140)

2 Ağu 2012

Aslı Erdoğan "Kabuk Adam"


Bir kitap okudum hayatım değişti kadar iddialı bir cümle kuramadım şu güne kadar.
Ama bazen o kitap tam da zamanında gelir düşer ya kucağınıza, işte onu çok yaşadım.

Kabuk Adam'ı nereye koyacağımı bilmiyorum. Öykü mü desem roman mı onu bile bilmiyorum. Hayatıma dokunmasından bu kadar keyif aldığım başka bi kitap elime alır mıyım onu da bilmiyorum. Keşke alsam ama.

Bir kitabı çok sevmişsem eğer, onun bitmemesini, sürüp gitmesini çok dilerim ama son sayfasına gelmem uzun sürmez. Ama bu kez farklıydı. Birden okuyup yalayıp yutsam tadı damağımda kalacaktı ama yakacaktı biliyordum. 140 sayfayı yayabildiğim kadar yaydım. Her cümlesini kaplumbağa hızıyla okudum. Yeniden okumak istediğim, belki farklı cümlelere vurulurum diye düşlediğim bir kitap olmamıştı.

Gizem öyle bir güzel cümle kurmuş ki; alıntılamadan edemeyeceğim:
"Biliyor musun Kabuk Adam? Sen o kadının sırtına dokundun ya. Sanki benim sırtıma dokundun."

Kabuk Adam yalnızca bir fizikçi kadın ve geçimini deniz kabuğu satarak sağlayan bir adamın öyküsü değil, kadının kabuk adama olan saplantısından dolayı açılan yarasının bir türlü kabuk bağlamaması, sürekli kan kusmasının öyküsüdür bana göre. Ya da bir kabuk değiştirme sürecidir yaşadıkları. Yenilenme, kendini bulma...

Altı çizili o kadar çok cümle var ki, sizin cümleleriniz neler olur bilemem ama benimkilerden bir demet:
"Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar."
"Cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki gibi, dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir."
"Her insanın, gün gelip de düşüp parçalanmaktan kendini güçlükle alıkoyduğu bir uçurumu vardır."
"Bugün artık biliyorum; hayatın bize verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. Sonra da ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız." 
"Cehenneme giden yolların iyilik taşlarıyla döşendiğini söylerler. Taşların altını kaldırıp bakın, göreceğiniz şey ikiyüzlülüktür."