28 Ara 2011

Büyüdükçe Çirkinleşiyoruz Sanki

Çocukluğum geldi aklıma bu gece. anlatmak istedim tıpkı geçen  koca yıllara bir mektup yazar gibi.

Sütçü geçerdi sokağımızdan. Her sabah aynı saatte. Süüütttçüüüü diye bir nameli narası vardı ki sormayın. Babam haftasonları sinir oldurdu adamcağıza uykumu böldü diye. Ama ben şimdi o sütçü amcayı özlüyorum. Sesine yatağımın içinden kırkırdardım. Günüm güzel başlardı ne güzel. 

Karşı sokağımızda da bir teyze vardı Seher Teyze. Hala vardır. 4 yıldır Denizli de yaşadığımdan di li geçmiş zaman kullandım farkında olmadan. Onun da inekleri vardı. Taze süt alırdık hep. Sütten nefret ederdim küçükken. Şimdi olsa o tazeliği geri çevirir miyim hiç. 4 yaşına dair hatırladığım anıların hepsi sütle ilgili annemin bana zorla süt içirmeye çalışması benim de odamın kapısını çarpıp ağlamalarım :) Videom bile var :) Hatta anneannem bakardı bana ben küçükken. annem babam işe gider o gelirdi ben onu eve doğru yaklaşırken gördüğümde kapıyı kilitler kadıncağızı içeri almazdım. Canım benim ne diller dökerdi beni ikna edene kadar. Süt içirecek diye korkumdan hep bu hallerim :) Belki de bu yuzden kahvemi sütsüz içerim :)


Bir pamuk şekerci vardı her gün öğlen saatinde gelirdi parkın köşesine. Pembe bulutlar ne de güzel gelirdi o zamanlar. Hiç mahrum kalmadım şekerden çikolatadan. Şimdiki çocuklara her şey yasak.

Parkımız vardı evin karşısında. Koca kız olana kadar sallandım ben salıncakta. Geceleri buluşma yerimizdi mahalledeki arkadaşlarımızla. O salıncak dert ortağımdı sanki. Salıncağa oturur durmadan sallanır yüzümü gökyüzüne çevirir yıldızları seyrederdim. Öss den bir gece önce uyuyamayıp yine salıncağıma koşmuştum. Ne güzel günlerdi. Gözlerim doldu şu an. Kim bilir neler anlattım o salıncağa. Ne dertlerim vardı minicik olup da benim büyüttüğüm. Şimdi o park yok orada yıkmışlar. Hüzünlendim.

Büyüdükçe ne garip oluyor dünya. Eskiden ne çok kırmaktan korkardım insanları. Ne değerliydi arkadaşlıklar dostlar. Eskiler hala değerli yeri apayrı. Şimdi korkmuyorum hayatımdakileri kırmaktan, çekinmiyorum. Söyleyemezsem içimde dert olur çünkü. Onlar umursamıyorsa ben de umursamıyorum. Yine de kıramıyorsam içime dert ediyorsam kendimi kırmaktan korktuğumdandır. Sonra düşünüp bir zaman sonra nasılsa yollarımız ayrılacak onun hatırasına bu halimle girmek doğru olmadı derim diye hep bunlar. Eksi olmaktansa nötr olmak. Kırmaktansa susmayı tercih etmek gerek bazen. Sanırım ben de öyleyim. Susuyorsam bir sebebi var :)

Büyüdükçe çirkinleşiyoruz sanki. Çocukken bir çiçeğe odaklanan gözlerimiz, şimdi toza buluta çevriliyor. annemizin yaptığı kekin kokusunun evi doldurması ne de mutlu ederdi eskiden. baban eve gelince koşup kapıyı açardın. Küçücük bir oyuncakla ne hayaller kurardın. Şimdi oyuncaklarımızı birer birer kırıyoruz. Savaşlar büyüdükçe çoğalıyor sanki. Hem dünyada hem kendi içimizde. Nefret kelimesini bilir miydik çocukken. Şimdi nefret söylemleriyle dolu her tarafımız. Gerçek sevmeler eskilerde kaldı. Seni seviyorum demek bile ne zor artık. Bir tek sevgi esirgenmezdi küçükken sarılırdık sebep yokken.

Affetmek de daha zor artık. Öpeyim de geçsin derdi annemiz. Öperdi ve geçerdi. Gerçekten geçerdi ama geçmez miydi? Şimdi gurur çıktı ortaya. Çocukken gurur ne demekti. Bilmezdik. Seviyorsak affederdik. Zaten küsmezdik ki aslında. Küslük nedir bilmezdik. Bir öpüşe erirdik. 

Özlüyorum o yılları. O yıllardaki saf halimi. Daha az bilip daha çok mutlu olmayı. Sadece saf temiz olarak sevmeyi. Çıkar olmadan. Biri iyilik yaptığında gene ne istiyor ki diye düşünmeden. 

Yine sütçü geçse sokağımızdan ben kıkırdasam yorgan altında sonra sıkılsam kalksam gitsem annemlerin odasına en içten günaydınlarla güne başlasam.

2012 bana çocukluğumu getirsen para pul istemem sağlık da orada kaldı, en derin huzur da en gerçek mutluluk da..


19 Ara 2011

Down Sendromlu Çocuğa Sahip Bir Ailenin Hikayesi

Bugun yorucu ama bir o kadar da keyifli bir gun geçirdim.

Bireysel psikolojik danışma uygulamaları derslerimiz gerçekten çok keyifli geçiyor. 1 saat önce günü kapatmış bulunuyorum. Şimdi bugun yaşadığım duyguları, güzellikleri kaydetmem ve hiç unutmamam için kendime ayırdığım zaman başladı.

Bugun Özel Eğitimde Aile Rehberliği ders kapsamında bir seminere katıldım. Söyleşi de denebilir. Daha çok o tattaydı. Down Sendromlu bir çocuğa sahip anne ve baba okulumuza geldiler ve bize yaşadıkları süreci anlattılar.

Derslerde gördüğümüz örnek olayları canlı olarak dinlemek ve bir nevi aileye dokunabilmek oldukça başkaydı. Teori evet sizi şaşırtıyor ama uygulamaya gelince işte gerçek orada.

***

İnsan ne hayaller kurarak evleniyor ve ne hayallerle çocuk sahibi olmak istiyor. Sanıyorum ki hiç bir anne baba  çocuğunun özel gereksinimli bir çocuk olacağını hayal etmez düşünmez, düşünse bile dilini ısırır. Sağlıklı bir çocuk olsun diye dualar eder. Erkek, kız farketmez sağlıklı olsundur. Hayallere konu olan şeyler çocuğunun ismi odası kıyafetleri..vb dir genelde.

Peki ya çocuğunuz özel gereksinimli-engelli- dünyaya gelirse..
Önce bir şok yaşarsınız, inkar edersiniz, neden ben , ben ne gunah işledim de bana Allah bunu layık gördü der isyan edersiniz belki de..

Ama işin sonucunda büyük ve uzun belki destek alarak bir süreçten geçip kabul edersiniz. Ama daha sonrası?

Kabulden sonra yolunuz ikiye ayrılır..

Ya kabul edip bu çocukta böyle olacakmış kader der elinizi kolunuzu bağlar oturursunuz

Ya da kabul edip çocuğunuz için savaşırsınız, ne yapabilirim sorusunu sorarsınız ve cevaplar aramaya başlarsınız.

İşte bu ikinci gruba dahil olan hatta o grubun önünde bayrak taşımaya layık bir aileyle tanıştık bugun. Sevecen, yüzlerinden gülümseme eksik olmayan, eşlerin biribirine 25 sene ve bu kadar yorucu bir yolculuktan sonra sevgiyle bakabildiği bir aile..

***

Ben çok etkilendim. 

Yaşadıkları süreç oldukça zor bir süreç takdir edersiniz ki. Hekimlerin bile umudu kestiği bu çocuktan bir şey olmaz, boşuna zamanınızı tuketmeyin sizin de bir hayatınız var, zaten en fazla 10 sene yaşar, bu çocukların bağışıklıkları çok zayıf camı açıp yatırın ölsün kurtulun, gibi vicdansız söylemleri olsa dahi onlar zor yolu seçmişler. 

Bu zor yolda önlerine doktorların yanında bir de diğer öğrencilerin velileri çıkmış. Çocuklarının akranları gibi aynı okula devam etmesini istemişler fakat veliler çocuklarına zarar verir düşüncesiyle dilekçe toplayıp Hakan'ı okuldan attırmak dahi istemişler.Bu süreçte Hakan hep arkadaşlarına sevgiyle yaklaşmış ancak veliler bunu "taciz" olarak dahi görmüşler. Ancak aile tum hukuksal haklarını kullanıp çocuklarını halen aynı okulda okutuyorlar ve şu an her şey yolunda.

***

Çocuklarına karşı hayali beklentiler içine girmiyorlar. Hakan bir dersten 4 aldığı için mutluysa onlarda mutluluğunu paylaşıyor ve neden 5 değil diye düşünmüyorlar bile. Çünkü Hakan bundan dolayı çok mutlu. Onun mutluluğu her şeyden önemli. Çocuklarımızın yarış atı gibi görüldüğü bu senelerde down sendromlu değil diğer çocuklarımıza da uygulamamız gereken strateji bu aslında. Sen mutluysan ben de mutluyum diyebilmek ne kadar önemli.



***

Hakan'ın babası Hayrettin Bey oğlunun ne kadar duyarlı olduğundan bahsetti. Hayrettin Bey in yüzü asık olduğunda, canı sıkkın olduğunda bir of çektiğinde Hakan hemen yanında biter ve "Baba bugun neyin var?, Canın neden sıkkın?" diye sorarmış. Ya da olumsuz bir durum yokken bile mutlaka "Baba, bugun gunun nasıl geçti?" dermiş. Hayrettin Bey bunu hangi eş hangi baba hangi anne bıkmadan usanmadan her gun yüzünün düştüğü her an sana sorabilir ki dedi. Düşündüm.. Günlük koşturmaca da kendi sıkıntılarımızla boğulup sevdiklerimizi aslında nasıl da ihmal ediyoruz. Her gun her sıkkın olduğu an biz bunu farketmezken Hakan bunu farkedip dile getirip sorabiliyor ve paylaşıp rahatlamasına yardımcı oluyor.

***

Anne Yücel Hanım ise oğluna olan aşkını dile getirdi. Ben ona sanırım aşığım diyerek :) bunu demese de aşkı gözlerinden ondan bahsederken o kadar belli oluyordu ki. Daha çok kendinden ve oğlundan duyduğu gururun ürünü bu aşk. Hakan şu an 14 yaşında yani ergenliğe girmiş bir genç adam. bu yaşta ergenliğe girmiş gençlerin ter bezleri daha çok çalışır ve terlerler ya Anne Hakan ın hala bebek gibi koktuğunu ve teninin yumuşacık olduğunu söyledi. Ona sarılınca herkesin huzur bulduğunu onun o sevecenliğini sarılınca ne kadar hissettiklerinden bahsetti. İnanın Hakan a sarılmak istedim.

***

Yücel Hanım down sendromlu çocukların ideal insan olduğunu da düşünüyor. Ve bunu düşünmesine hak vereceksiniz eminim. Herkesin içinde kıskançlık fesatlık kötü düşünce istesede istemese de vardır. bu düşünceler o kadar bizlik oluyor ki bunları düşündüğü için kimse kötü insan ya da ideal insan olmadığını düşünmez. ancak bu özel çocuklarda sadece sevgi var. Ve bu sevgi karşılıksız. Aynı zamanda kocaman herkese her şeye yetebilen bir sevgi.. 

Eğitim elbetteki çok önemli. Hakan ailesinin bu ısrarlı eğitimleri olmasa şu an bu halde olamazdı. Zira eğitim görmeyen Hakan ile aynı yaştaki bir çocuk şu an hala yürüyemiyor konuşamıyor durumda imiş. Annesi Hakan a 2 yıl boyunca gün aksatmadan her gun saatlerce masaj yapmasa Hakan şu anki fiziksel durumuna kavuşamayacaktı. Konuşma terapisti olmasa Hakan şu an yanlışsız hatasız cümle kuramayacak, kuranları da uyarıp doğrusunu söyleyemeyecekti. 

***

Yücel Hanım ve Hayrettin Bey in anlatmak istedikleri aslında eğitimin önemi. Bunun öncülleri olarak kabul etmek, çocuğunuzu koşulsuz kabul etmek ve sevmek. Sonrasında ona ve kendinize inanmak ve inandığınuz güvendiğiniz eğitimcilerle yola çıkmak. Yorulacaksanız, bazen gücünüz düşecek ama çocuğunuz her yeni adımı sizin güçlenmenize ön ayak olacaktır. Ve meyvelerini toplayacağınıza emin olun. Emeklerinizin karşılığını en güzel şekilde alacak ve oğlunuzla/kızınızla gurur duyacaksınız. 

0-6 yaşta verilen eğitim her çocuk için önemli fakat  bu sendroma sahip çocuklarda HAYATİ önem taşıyor.




Ve ailenin de bu konuda bir sorusu var : " Eğitim çok önemli, 6 yıl mı yorulmak istiyorsunuz , yoksa ömür boyu mu?"


(Onları nasıl ifade edebildim, nasıl bugunu kayıt altına alabildim duygularımı yansıtabildim mi bilmiyorum ama özel eğtim dünyası beni içine çekmeye başladı bunu hissediyorum..)








3 Ara 2011

Video Post - Dünya Engelliler Günü

Öğrencileriniz engelli ise; Sabrınızın gücüne şaşarsınız. "Yüzüme bak" cümlesini tekrar etmekten bıkmazsınız. Normal okula kaynaşması için gönderdiğiniz öğrenciniz için diğer akıl yoksunu veliler bizim çouğumuza hastalık bulaşır bu okula gelmesin dediğiniz zaman var gücünüzle çemkirir hakkını savunursunuz.
Öğrencinize renkleri öğretmeye çalışırken, hayatın ne kadar da renksiz olduğunuz farkedersiniz. Bazen bir miniğin ağzından ilk kelimesinin duyar, mutluluktan uçarsınız. "İğneyle kuyu kazmak" deyiminin ne anlama geldiğini çok iyi anlarsınız.  (alıntıdır)

3 Aralık Dünya Engelliler Günümüz Kutlu Olsun

Engellenmeden yaşamak dileğiyle